Sunfhoto Haber

SUNFHOTO Blogumuzda Hergün güncelleme çalismalari devam etmektedir. Görüs ve önerilerinizi bizimle paylasabilirsiniz ! Paylasimlarinizi yorum bölümüne yazabilir veyagzmm_2016@hotmail.comile iletisime geçebilirsiniz

14 Mart 2018 Çarşamba

MASALSI RESİMLER-139


"BENİ BU GÜZEL HAVALAR.."

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Orhan Veli Kanık


"NE HASTA BEKLER SABAHI"


 
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar.

Necip Fazıl Kısakürek



ALDIRMA REİS
Sen içerdeyken ben
Sinemalara gittim
Bütün filmlerini seyrettim
O sevdiğimiz artistin
Sen içerdeyken ben
Vita kutularında çiçek yetiştirdim
Sokakta top oynadım çocuklarla
Ayakkabılarımı eskittim
Güneşe karşı durdum sabahları
Geceleri bir başıma yıldızları bekledim
Annenin gönlüne su serptim
Aldırma dedim aldırma
Bir şarkı söyle bir dilek tut herkes için
Bir ada rüzgarı gibi
Sürtünerek geç hayata
Bir sarmaşık gibi tutun
Ve değer ver hatıralara
Aldırma dedim
Sen annesin, aldırma
Sen içerdeyken ben
Kiramı ödedim pijamalarımı giydim
Haber bültenlerini izledim
Gazetelerden kupon kestim
Sen içerdeyken ben
Sigara içtim, öksürdüm
Otobüse bindim
Fotoğraflarımıza baktım
Acıyan yanlarımı körelttim
Deniz kıyısında yürüdüm
Manavdan soğan aldım
Yeni çıkan şarkıları dinledim
Kafeste beslediğimiz kuşu saldım
Islık çaldım
Sen içerdeyken ben
Hep uyandım, sayıkladım
Kanadım boyuna
Takvimler aldım
Her gün bir yaprağını kopardım
Deli ayrılığın
Sen içerdeyken ben
Gömleğimi ütüledim
Sobada elimi yaktım
Bir şiir yazdım
Bir hercai menekşe aldım çiçekçiden
Hani o alnına kader değmiş
Hani o dudaklarına deniz tuzu dokunmuş
Hani o erken vurulmuş
Gençliğimiz gibi dağıldım
Sen içerdeyken ben
Bir adını söyleyemedim
Şöyle bağıra bağıra
Bir yüzünü göremedim
Görüş günlerinde
Bir de eline değemedim
Bir de yüreğine
Söyle kucaklayamadım bir de
Ölümüne
Sen içerdeyken ben
Kapı kapattım, pencere açtım
Mutfakta oyalandım
Kanepede yattım
Hatta bir yolluk aldım odaya
Çok da kulak asmadım
Çok da koymadı bu bana
Alt tarafı içerdeydin
Alt tarafı bir yanımı alıp götürmüştün
Bir yanımı
Yani adamlığımı
Yani gözlerimin ferini
Yani canımı
Alt tarafı şarkılar ölecekti
Alt tarafı kanayacaktı kalbim
İşte sensiz
İşte nefessiz
İşte kimsesiz bir sesti alt tarafı
Her tarafı
Yıldızlar yine oradaydı oysa
Yazdıklarım
Gözden kaçan o defter yapraklarında
Boş ver 128
Hayat bir gemi
Yürüt onu göreyim seni
Boş ver 128A
Boş veriyor ya
Aldırma reis
Reis aldırmıyor ya
Bir adını söyleyemedim
Şöyle bağıra bağıra
Bir yüzünü göremedim
Görüş günlerinde
Bir de eline değemedim
Bir de yüreğine
Şöyle kucaklayamadım bir de
Ölümüne
Sen içerdeyken ben
Vitrinlerin önünden geçtim
Minibüs duraklarında bekledim
Simitçilerle yarenlik ettim
Üstüme bir ceket aldım
El tezgahlarında kitaplara baktım
Sen içerdeyken ben
Hiç oturup ağlamadım
Hiç karartmadım umudu
Hiç bulandırmadım onuru
Öyle dimdik durdum ortada
İşte burada ulan işte burada
Böyle burada
Hiç yıkılmadan
Hiç utanmadan
Ve hiç unutmadan
Sen içerdeyken ben
Gülen resmimi yaptırdım
Sokaktaki ressama
Her zaman yaptığım gibi
Buzdolabını ayağımla kapadım
Parkların banklarına adını kazıdım
Adını kazıdım duvarlara
Adını, adımın yanına yazdım
Hiç unutmadım, utanmadım
Korkmadım
Parmaklarımı şıklattım Fidayda'da
Hani vardı ya
Fidayda'da hanım kızım Fidayda
Gelip geçen her tren bağırtısında
Kalkıp aynaya baktım sonra
Sen içerdeyken ben
Perdeleri hiç kapatmadım
Hiç bakmadım arkama
Başını ellerinin arasına alan
Üç-beşinin arasında olmadım
Öyle bıraktığın gibi
Öyle yaşadığımız gibi yaşadım
Sen içerdeyken ben
Bir adını söyleyemedim
Söyle bağıra bağıra
Bir yüzünü göremedim
Görüş günlerinde
Bir de eline değemedim
Bir de yüreğine
Söyle kucaklayamadım bir de
Ölümüne
Sen içerdeyken ben...
İbrahim Sadri



ANAMA
Dokuz ay koynunda gezdirdi beni
Ne cefalar çekti ne etti Anam
Acı tatlı zahmetime katlandı
Uçurdu yuvadan yürüttü Anam

Anaların hakkı kolay ödenmez
Analara ne yakışmaz ne denmez
Kan uykudan gece kalkar gücenmez
Emzirdi salladı uyuttu

Anam Doğurdu beni Sivas ilinde
Sivralan Köyünde tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde
Taşlı tarlalarda avuttu

Anam Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi
Huysuzluk edersem kalkar döverdi
Hemen kucaklayıp okşar severdi
Çirkin huylarımı soyuttu Anam

Çocuğudum Anam bana ders verdi
Okumamı çalışmamı öngördü
Milletine bağlı ol da dur derdi
Vatan sevgisini giyitti Anam

Tükenmez borcum var Anama benim
Onun varlığından oldu bedenim
Kimi koylu kızı kimisi hanim
Ta ezel tarihte kayıtlı Anam

Veysel der kopar mi Analar bağı
Analar doğurmuş ağayı beyi
İşte budur sözlerimin gerçeği
Okuttu öğretti büyüttü Anam Aşık Veysel'i
Aşık Veysel


ANLAR

Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneşin doğuşunu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardanım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar Sizde anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan
Gitmeyen insanlardanım ben.
Yeniden yaşayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı eğer.
Ama işte 85’indeyim ve biliyorum...
Ölüyorum...

Jorge Luis BORGES


ANLATAMIYORUM
AĞLASAM SESİMİ DUYAR MISINIZ
MISRALARIMDA
DOKUNA BİLİRMİSİNİZ
GÖZYAŞLARIMA ELLERİNİZLE
BİLEMEZDİM ŞARKILARIN BU KADAR GÜZEL
KELİMELERİNSE KİFAYETSİZ OLDUĞUNU
BU DERDE DÜŞMEDEN ÖNCE...
BİR YER VAR BİLİYORUM
HERŞEYİ SÖYLEMEK MÜMKÜN
EPEYCE YAKLAŞMIŞIM DUYUYORUM
ANLATAMIYORUM...
Orhan Veli KANIK 



  Anne


İlk kundağın
Ben oldum, yavrum;
İlk oyuncağın
Ben oldum!

Acı nedir
Tatlı nedir... bilmezdim...
Dilin damağın
Ben oldum

Elinin ermediği
Dilinin dönmediği
Çağlarda, yavrum
Kolun kanadın
Ben oldum
Dilin dudağın
Ben oldum

Belki  kıskanırlar diye
Gördüklerini
Sakladım gözlerden
Gülücüklerini...
Tülün  duvağın
Ben oldum!




Artık isterlerse adımı
Söylemesinler bana
“Onun annesi” diyorlar...
Bu   yeter sevgilim bu yeter bana!

Bir dediğini iki
Etmeyeyim diye öyle çırpındım ki
Ve seni öyle sevdim sana
O kadar ısındım ki
Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim
Gün oldu, kırdın... incinmedim;
İlk oyuncağın
Ben oldum yavrum
Son oyuncağın
Ben oldum...

Layık değildim
Lâyık gördüler
Annen oldum yavrum,
Annen oldum!

Arif Nihat Asya



ANNEME MEKTUP


Ben bu gurbet ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içine mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.

Böylece bir lahza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.

Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye:
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.
1936
N. FAZIL KISAKÜREK


BAYRAK



EY MAVİ GÖKLERİN BEYAZ VE KIZIL SÜSÜ
KIZ KARDEŞİMİN GELİNLİĞİ, ŞEHİDİMİN SON ÖRTÜSÜ,
IŞIK IŞIK, DALGA DALGA BAYRAĞIM,
SENİN DESTANINI OKUDUM, SENİN DESTANINI YAZACAĞIM.

SANA BENİM GÖZÜMLE BAKMAYANIN
MEZARINI KAZACAĞIM.
SENİ SELAMLAMADAN UÇAN KUŞUN
YUVASINI BOZACAĞIM.

DALGALANDIĞIN YERDE NE KORKU, NE KEDER
GÖLGENDE BANA DA, BANA DA YER VER.
SABAH OLMASIN, GÜNLER DOĞMASIN NE ÇIKAR:
YURDA AY YILDIZININ IŞIĞI YETER.

SAVAŞ BİZİ KARLI DAĞLARA GÖTÜRDÜĞÜ GÜN
KIZILLIĞINDA ISINDIK;
DAĞLARDAN ÇÖLLERE DÜŞÜRDÜĞÜ GÜN
GÖLGENE SIĞINDIK.

EY ŞİMDİ SÜZGÜN, RÜZGARLARDA DALGALI;
BARIŞIN GÜVERCİNİ, SAVAŞIN KARTALI
YÜKSEK YERLERDE AÇAN ÇİÇEĞİM
SENİN ALTINDA DOĞDUM,
SENİM ALTINDA ÖLECEĞİM.

TARİHİM, ŞEREFİM, ŞİİRİM HER ŞEYİM;
YERYÜZÜNDE YER BEĞEN;
NEREYE DİKİLMEK İSTERSEN,
SÖYLE, SENİ ORAYA DİKEYİM...

ARİF NİHAT ASYA


BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar bahara hazırlanıyor
Bu şehir eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamsından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun

Belki haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep, sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
ATTİLÂ İLHAN


BENİ DUYAR MISIN?

Yar yanar kervan geçer yüreğimden her gece
Dilimde nakışlıdır bir kelime tek hece
Yorulurum yorgunum senin derdinden nice
Dağlarım var o dağlarda yollarım yok benim

Tükenmeyecek derdi ilaç azdırır imiş
Mevla sevene mezar kazdırır imiş
İki gününü bir asır azdırır imiş
Sana ulaşmak için asırlarım var benim

Elime hançer değse gül zannederdi gönül
Gözüme hazan değse yaz zannederdi gönül
Bütün elemlerimi haz zannederdi gönül
Onulmaz yaralarım sevdalarım var benim

Uzakların ışığı yanmaz oldu nicedir
Senin ismin kalbimde saklı nicedir
Hasretinle biçare beter oldum bilesin
Yüreğime sığmayan yangınlarım var benim

Ey gözleri bir ormandan daha muamma yeşil
Ey duyguları insan üstü müstakil
Bir sen varsın bende benden içre ve tekil
Sana gelmez feryatlarım çığlıklarım var benim

Beklenen gün gelir elbet, sabır ister dediler
Zaman geçti büyüttüğüm goncalarım derdiler
Seni benden ayırıp yaban ele verdiler
Hiç tükenmez hicranım sancılarım var benim

Adını alışmak koymuşlar nicedir  unutmanın
Ben seni unutmuşsam yalan doğar fecirler
Her şafakta her gurupta seni anar yüreğim
Senden sonra sadece küllerim var benim

Yosun tuttu ağlamaktan gözyaşımın yatağı
Sensiz kurulmuyor gönüllerin otağı
Söyle sana bir lahza vuslatım var mı?
Kavuşulması muhal yarınlarım var benim.

Dalgalar senden yana çarpmaz oldu kıyıya
Martılar selamını getirmiyor nicedir
Uzaklarda sağ mısın yaşıyor musun hala?
Kalbimde senin için topraklarım var benim.


BEŞİNCİ  MEKTUP

Ayrılık diye bir şey yok.
Bu bizim yalanımız.
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var.
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun?

Güneş çoktan doğdu.
Uyanmış olmalısın.
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum.
Önce beklemekten.
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.
İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.

Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar,
Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini...
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını,
Kanunlara saygı göstermesini,
İnsanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar.

Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.
Ya o? Ya o?
İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor,
Saadet bekliyor yaşamaktan.

Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık.
Aradıklarının çoğunu bulamamış,
Beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak
Göçüp gidiyor bu dünyadan.

İşte yaşamak maceramız bu.
Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak
Ve yaşayıp beklerken ölmek!

Özleme bir diyeceğim yok.
O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı.
O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.

İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı,
Yaşantımız özlemlerle güzel.
Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin.
Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem.
Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
Seni özlediğim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
Seni özlediğim içindir.
Yaşıyorsam; içimde umut varsa,
Yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevemezdim ki!
Ümit Yaşar OĞUZCAN


"BİR ADIN KALMALI GERİYE"
Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet bir adın kalmalı geriye
Birde o kahreden gurbet
Sen say ki ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri koynuma almadım ihaneti
Hele nihavend hele buselik hiç geçmedi aklımdan
Ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden
Evet yangın
Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
Evet kaybetmenin o zehirli buğusu
Evet isyan
Evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
Bu sevda biraz nadan
Biraz da hıçkırık tadı
Pencere önü menekşelerinde her akşam
Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı
Yani ben seni sevdiğim zaman
Ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
Yine de
Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
kaybetmek için erken
sevmek için çok geç

İbrahim Sadri


Biz, kısık sesleriz.. minareleri,
Sen, ezansız bırakma, Allah’ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını;
Ya kovansız bırakma, Allah’ım!
Mahyasızdır minareler.. göğü de
Kehkeşansız bırakma, Allah’ım!

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah’ım

Bize güç ver.. cihad meydanını
Pehlivansız bırakma, Allah’ım!
Kahraman bekleyen yığınlarını
Kahramansız bırakma Allah’ım!
Bilelim hasma karşı koymasını:
Bizi cansız bırakma, Allah’ım!

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah’ım

Yarının yollarında yılları da
Ramazansız bırakma, Allah’ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü
Ya çobansız bırakma, Allah’ım!
Bizi Sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma, Allah’ım!

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah’ım
ARİF NİHAT ASYA



Bu Vatan Kimin


Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.

Tutuşup kül olan ocaklarından

Şahlanıp köpüren ırmaklarındır
Hudutlarda gâzâ bayraklarından
Alnına ışık vuranlarındır.

Ardına bakmadan yollara düşen

Huduttan hududa yol bulup koşan
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Cepheden cepheyi soranlarındır.

İleri atılıp sellercesine

Göğsünden vurulup tam ercesine
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.

Tarihin dilinden düşmez bu destan

Nehirler gazidir, dağlar kahraman.
Her taşı bir yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.

Gökyay’ım ne desen ziyade değil

Bu sevgi bir kuru ifade değil
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir.

Orhan Şaik Gökyay

MASALSI RESİMLER-138


GözyaşI
Öyle umutlarım vardı ki seher olunca şebnem toplardı
bakire yüzüne,
Fahişe geceler utancından ter dökerdi zifaf odasında.
Gelincikler bahar gelmeden açar,
muhabbet kuşları kafesinde bile en güzel özgürlüğü
yaşardı.
Akan, sular değildi sanki
Sevdiğini gurbete gönderen masum bir sevdanın
gözyaşıydı.
Öyle bir aşkım vardı ki benim, henüz toz konmamış,
Rüyası tabir edilmemişti Yusuf'un.
Yetim kalmamıştı çocuklarım!
Akşam oldu mu mihraba, gündüz oldu mu minbere
koşardı ümitlerim.
Kerem dağları delmemiş, Mecnun Leyla demekten hayâ
ederdi yanımda,
Soğuk kış gecelerinde ateşim,
Sıcak yaz gecelerinde serinliğim olurdu
Medine sokaklarında ağlayan yetimin gözyaşları,
Sonbaharı ve ilkbaharı olmazdı dünyamın,
Bir gece yağmur yağdı mı, sabahı güneş açardı ümitlerim,
Yazı beklemezdi.
Kafesteki kuşlara özgürlük,
Özgür kuşlara hücredeki ayağı prangada mahkumun
şiirlerini okurdu gardiyan düşmanı düşlerim.
Tinerci çocuklar yuva olurdu çatısız rüyalarıma.
Ama şimdi ne oldu bana.
Güvendiğim dağlara kar yağdı yaz aylarında
Birden söndü yıldızlar,
Karardı gökyüzüm.
Güneşi tutuldu hilâli, kayboldu hayallerimin.
Artık ağlamıyor çocuklarım babam yok diye.
Riyakâ şehir!
Kuzu kılığında kurtlar…
Sevinci matem, matemi sevinç yüzler.
Sahte dolarlar, kirli hava, sarhoş kusmuğu sokaklar…
Öyle bir derdim var ki Kerbelâ kadar sıcak,
Kufe kadar soğuk durur bedenimde.
İhanet sokaklarında Ashab-ı Uhdud,
İzzet doruklarında Ashab-ı Kehf'i zemzeme eder gizli
sevdam.
Hâmân, Karun, Samirî dolu caddelerde
Ceylan'ın kefilini arar muzdarip ruhum.
Kime güvendiysem bırakıp gitti beni, yapa-yalnız kaldım
Medine'de.
Medine Şam olmuş, ihanet kokar sokakları,
Adanmış iffetli kızın mihrabı işgal edilmiş,
Fahişe nefesi kokar Mescid-i Dirar.
Ey Şimr, Nasıl kıydın Zeyneb'ime,
Hayâ etmedin mi Ümm-ü Ebiha'dan
Kerbelâ kadar taş düşsün bin yıllık mirasınıza.
Her sabah yıkılır bin yıllık ümitlerim,
Hızır şimdi Musa'yı arar şehir karanlıklarında.
Daha dönmedi o yol sevdalısı.
Sevgili elleri bağrında yolunu gözler.
Rebeze ah Rebeze!
Nasıl mezar oldun yol sevdalısına,
Neden yol vermedin, ruhunu kelepçeledin o kuru ağacın
altına.
Kurumuş ağacın o yol gülünü de kurutacağını bilemedin mi?
Yoksa sende mi ihanet ettin bu davaya?
Sen ki ümidini kesmiş kurumuştun…
Hiç mi utanmadın Medine hurmalıklarından!
Sesini duymadın mı sevdamın, kuyunun derinliklerinden?
Sen de mi Şam'a özendin dostlarım gibi?
Şam'a mı kandın, Medine varken?
Şam'a güvenme demedim mi sana?
İhanetin alamayacağı şey ve kimse yoktur Şam'ın fahişe
sokaklarında.
Ama ihanet alınamaz demedim mi sana?
Alınacak bir şey olsaydı, Kufe'de yalnız kalır mıydı kanlı
Mihrabım?
Ağıt yakar mıydı Kufe ördekleri?
Güneş tutulur muydu bu yıl?

Kadri ÇELİK


Gideceksin ağlamaklı olacak her şey

Ağlamaklı olacak gökyüzü

Ve ağlamaklı olacak yurdum

Kağıtlarım kalemlerim ve masam

Sandalyem sigaram

Ve içimde yeni açan tomurcuk güllerim



Ölüm güzeldir ama böylesi yakışmaz bize

Böyle acı böyle dayanılması zor böylesine genç

Yakışmayacak bu güzel yüreğime

İçtenliğime doğallığıma insanlığıma



Kalbim çok hızlı atıyor ve sık sık nefesim kesiliyor

Ellerim titriyor ve düşüncelerim bulanıklaşıyor

Vücudum bütün doğal dengesini yitirecek

Yine her şey ağlamaklı olacak

Hayatın ta gerçeğisin en gerçeği ve en acısı

Ve ben payıma düşeni alacağım

Acı olacak ama alacağım



Biliyor musun?

İlk zamanlar gideceğin hiç aklıma gelmiyordu

Şimdi anlamaya çalışıyorum

Yüreğim isyanlarda

Galiba kararımı verdin

Dönüşün yok mu?



Yüreğimden kalkacak gemilerden

Haberin bile olmayacak

Olsun istemem

Sen incinme üzülme

Sonra acılar kalkacak

Bir bir yüreğimin semalarında

Yıldızlar kayacak her nefes alışımda

Göğsümün ortalarında ta derinlerinden



Korkmadan yaşayacağım

Ne soğuk duvarların dimdik karşımda durması

Ne söylediklerinin gözlerimden

Yüreğimden beynimden beni vurması

Ne kaçışların sonlarındaki uçurumlar

Korkutacak beni



Yaşayacağım bu şehir kılığına girmiş

Canavarın kollarında

Sorgulardaki cevapsız gecelerde

Bir bebek gibi büyüteceğim yüreğimi

Aşka hiç zamanım olmayacak

Olamayacak



Sevgimi hep kendime ideallerime vereceğim

Aşık olmanın tadına vardı bir kez yüreğim



Merak etmek özlemek beklemek

Sevmek kıskanmak

Seninle yeniden gençleşen bakışlarımı

Gidersen yaşlandıracağım

Korkmadan yaşayacağım

Ne dinlediğim masallar ne ninniler

Ne de müzikler uyutmayacak beni

Uyutamayacak



Uykusuzluğum özgürlüğümle kafa kafaya

Sokak çocuklarıyla arkadaş şimdi

Seni seviyorum

Bir devrimcinin tutsak kalma korkusundan

Daha çok korkuyorum seni kaybetmekten

Islak battaniyeye sarıp

Büyüttüğüm aşksın soğuk hücremde



Aşk benim için yoktu önceden

Aşk benim için sensin şimdi

Şimdi seni seviyorum

Ve dört duvara yollara sığmayan yüreğim

Seni kaybetmekten ilk defa bu denli korkuyor

Bu denli acıyor bu denli yanıyor



Yine de korkacağım

Seni unutmayacak unutamayacak olan

Ellerimden gözlerimden parmak uçlarımdan

Beynimden ruhumdan benden


Kadri Çelik


arsIz şehİr sokaklarI

Patrizio, ah Patrizio!

Neden sen de kuyuları sevdin

"Kabe Çocuğu" gibi.

Sana kuyular tehlikelidir diyen olmadı mı?

İrlanda nerede Medine nerede!

Yoksa feryadını kuyudan mı duydun

O hurmalık avaresinin?

Sana İsa, ona Muhammed kuyuyu gösterdi

Kurtuluş için...

Sahi nedir bu kuyuların sırrı?

Yeryüzünün sırları kuyularda mı gizli?

Kuyular cennet ve cehenneme açılan

Birer kapı mı?

Ama kim girebilir kuyuya?

Kuyu tehlikelidir, yutar insanı...

Geriye dönüşü zordur kuyuya düşenin.

Kuyu feryattır, acıdır, gamdır...

Kuyuya kim girmeye cesaret edebilir?

Şeytanlar, cinler ve zebaniler yatağıdır

Derin kuyular.

Şövalye Owen olmak gerekir kuyuya girmek için.

Owen'e İsa, Ali'ye Muhammed yardım etti de

Girdi kuyuya, feryad etti derinliklerinde.

Oradan kimsenin haberi yok,

Haberi olanlardan da haber gelmiyor.

Owen çıktı dilini yuttu,

Ali çıktı mihrabı kana boyadı...

Kuyular ah kuyular,

Ne olur söyleyin bana,

Neler gizliyorsunuz benden?

İrlanda'da Owen'e, Medine'de Ali'ye

Neler zemzeme ettin,

Neler söyledin sessizce?

Neden İsa ve Muhammed seni tavsiye etti

Sessiz dostlarına?

Benden neler gizliyorsun öyle?

Kirli şehir sokakları sesimi kısmış,

Soluğum çıkmıyor benim,

Loş ışıklar gözümü almış

Bir yeri göremiyorum,

Dostlar düşmanlara benzemiş

İnsanlara güvenemiyorum.

Şehir kuyularını doldurmuşlar,

İnemiyorum...

Artık ne İrlanda,

Ne de Medine'de kuyusu kalmadı gönlümün,

Feryadı kalmadı yüreğimin...

Tek başıma kala-kaldım Athena tapınağında.

Ehrimen'in kapattığı kuyuları,

Ahura Mazda dolduramıyor artık...

Gaia gibi tohumsuz

Doğurmalıyım Owen'imi...

Parthenope gibi Odysseus'u baştan çıkaramasam da

İntihar etmeden, adıma şehir kurdururum

Napoli körfezinde...

Ama ben kuyulara döneceğim,

O sırrı keşfedeceğim dostum...

Owen olamasam da

intiharsız

Parthenope olacağım biliyorum.

Ne de olsa daha iyidir

Bu arsız şehir sokaklarını arşınlamaktan...

Kadri Çelik


DiyarbakIr...
Seni sevmek suç ise eğer
Atın beni Fiskaya'dan
Dicle gibi aksın kanım
Annem kadar sevdiğim
Diyarbakır...

Seni haykırmak günah ise eğer
mezarımı gökyüzüne kazın benim
Zebaniler aramasın boşuna
babam kadar saydığım
Diyarbakır

Seni bilmek hata ise eğer
Sürün beni şu cennetten
Adem gibi olsun sürgünüm
Havva kadar özlediğim
Diyarbakır

Seni aramak kusur ise eğer
İbrahim gibi yakın beni ateşte
Güller bitsin şu yüreğimde
Sara gibi terk ettiğim
Diyarbakır

Seni özlemek ayıp ise eğer
Muhammed gibi taşlayın beni
Kan toplasın ayaklarım
Hatice kadar ağladığım
Diyarbakır

Seni savunmak zor ise eğer
Hüseyin gibi kesin başımı
Kerbela olsun mezarım
Zeynep kadar güvendiğim
Diyarbakır


Kadri Çelik


gardİyanInI seven bİr mahkum gİbİ
Peşimdekiler!

İşkenceciler peşimde…

Yapayalnız bir çöle düşmüş,

Binlerce endişe ve kırık umutlarla ilerliyorum

Gecenin bağrında.

Her şeyini kaybetmiş bir kaçak,

Leyla'sını yitirmiş bir Mecnun,

Aslı'sını gömmüş bir Kerem'in

Acısı var kalbimde

Yakalanacak mıyım?

Yine gözlerimi kapatacaklar mı?

Yine başıma Çuval geçirecekler mi?

Lanet olası vatan caddesi,

Merter kavşağı

Beşiktaş Sahilleri…

Üçgün yatmadan, uzanmadan,

Yemeden beklemek!

Hücreler…

İnsanlara kapalı Allah'a açık hücreler.

Yüzünü şeytan göresi soruşturmacılar…

Allah'ım ne kadar büyük imtihan bu!

Köpek sesleri geliyor.

Gittikçe yaklaşıyorlar.

Nefesim kesilmek üzere.

Hacer, neredesin Hacer!

Ey Musa gelsene,

Daha dönmedin mi Sina'dan…

Bazen hayatta en zor şey oluyor ölmek!

"Kabe'nin Rabbine andolsun kurtuldum"

Diye haykırmak

En büyük arzusu oluyor insanın.

Silahım da yok.

Hayatta hiç sevmedim silahı ben!

Kaleme sarıldım,

Kalemimden korktu korkaklar.

Allah'ım ne yapayım,

Nereye gideyim?

Beni de İsa gibi alsana yanına…

Havarilerim ihanet etti bana,

Buzağı'ya taptı dostlarım.

Çöl, ey merhametli dost,

Sarsana beni kollarınla,

Kapatsa ya kumların düşmanın gözleri.

Geçip gitseler yanımdan görmeden benim

Biliyorum Peygamber gideli çok oldu.

Yapayalnız, o yol sevdalısına döndü halim.

Çölde yıldızlar bir tuhaf geliyor insana.

Ali'nin sesi geliyor çek uzaklardan.

Belki de sekine ağlıyor

Kerbela uzak değil buraya.

Annem olsaydı

Yanımda kucağına alır, saçlarımı okşardı.

Düşmana teslim etmezdi beni.

Belki de İbrahim gibi bir mağarada

Saklardı yavrusunu.

Ama hep ağlardı.

Neden doğurduğunu sorgulardı.

Babam ne yapardı bilmem?

Ama o da ağlardı hüngür hüngür.

Nedense beni hep ağlayanlar anlıyor.

Hep acılar tanıyor.

Geliyorlar. Yine başa dönecek hikayem.

Tırnağımı koparacak,

Coplayacak sopalarla dövecekler.

Ne istiyorlar benden?

Musa'nın levhalarını! İsa'nın izini!

Muhammed'in emanetini!

Ali'nin feryadını!

Hüseyin'in kesik başını!

Bir ben miyim Allah'ım sadece bunları bilen?

Bana mı kaldı o mukaddes emanetler?

Delisi bir ben mi kaldım Allah yolunun?

Hücreler, ey dost hücreler!

Siz mi adımı verdiniz benim?

Gardiyanların işkencesine

Sizler de mi tahammül edemediniz?

Ama düşünmediniz mi

Ben nasıl dayanırım?

Siz beton ve demirlerin

Dayanamadığı işkencelere,

Ben et ve kemik nasıl sabrederim?

Ey sevgili, sil ne olur, sil gözyaşlarını!

Göz yaşların bana

Her şeyden daha acı geliyor…

Artık takatim kalmadı,

Ama geri dönmek yok!

Teslim olmak mı asla!

Varsın ağlasın eşim,

Varsın babasız kalsın çocuklarım!

Varsın gitsin her şeyim!

Ama ben gideceğim!

Nefesim yettiği kadar koşacağım,

Gücüm olduğu müddetçe

Sürünerek de olsa gideceğim,

Hep gideceğim…

İşte geliyorlar,

Köpek sesleri yaklaşıyor,

Geceler ağlıyor halime.

Yıldızlar beni saklamak için sönmüş gibi.

Ay nurunu gizlemiş!

Adeta belki de göremezler beni.

Ağaçlar dallarıyla sarıyor,

Örümcekler ağını örüyor dört bir yanıma

İşkenceciler geliyor, gittikçe yaklaşıyorlar.

Bu da ne Allah'ım!

Bir ışık! Musa'nın gördüğü yakamoz mu bu?

Gidip ben de mi alsam o ateşten?

Ama ateş de beni ele verirse!

En azından işkenceciler uzaktan farkeder,

Gelirler, biliyorum.

Ne yapsam tanrım?

Ateşe gitsem bulurlar mı?

Aman Allah'ım acı bir ses geliyor!

Kuyuların dibinden yankılanıp gelen

Tanıdık bir feryat bu!

Evet Ali'nin sesi bu!

Namahrem duymasın diye

Ellerini ağzına dayayıp

Kuyulara haykırdığı figan bu!

"Kaç" diyor, "ateşe doğru kaç!

O ateş yakmaz seni.

O ateş sana her şeyi aydınlatan,

Ama seni her şeyden gizleyen bir ateş!

Koş, durma, dayan az kaldı, koş, kooooş!…

Koşuyorum, durmadan koşuyorum…

Oh tanrım! Nihayet vardım.

Nirvana'ya ulaştım,

Artık özgürüm her şeyden azade!

Beni gizleyen

Bana her şeyi gösteren

Ateş kurtardı beni!

Artık geri dönmeyeceği,

O cehennemi bir daha yaşamak istemiyorum.

Ali'nin feryadıyla gösterdiği ateşte yanacağım!

Nirvana'da kalacağım!

Gardiyanını seven bir mahkum gibi…


Kadri Çelik


sahİ ben kİmİm

Hatırlıyor musun

"kimsin sen?" diye sormuştun bana!!

Sahi ben kimim?

Ah bilebilsem seni üzer miydim hiç…

Birilerini üzmek insanın "kim" olduğu bilincinden

İlm-i huzuriden mahrumiyetle kabildir.

Yağmur yağıyordu yanılmıyorsam,

Gelincik renkli arabamda oturmuş

Belki de "kim"liğimi bulmaya çalışıyordum.

Ama sen daha fazla dayanamadın,

Sormadan edemedin "kimsin sen?" diye...

Sahi ben kimim?

Bir deli mi?

Aklını kullanamayan bir zavallı mı?

Başı kuma gömülü bir devekuşu mu?

Belki de gardiyanını seven bir mahkum…

12 Eylül'de Diyarbakır zindanlarında

5 Nisan'da vatan caddesi'nde,

Kasım'da Merter'de başına çuval geçirilen

Bilinmeyen bir yere kaçırılan tuhaf bir insan…

Dedim ya sahi kim olduğumu bilsem

Seni üzer miydim hiç!

Onlar da benim "kim" olduğumu

Bilmedikleri için yanıldılar,

"kim" olduğumu bilseler yaşatırlar mıydı dersin!

Gerisin geriye bırakırlar mıydı?

Hiç sanmıyorum!

Ama ne iyi değil mi?

Allah'tan başka hiç kimse

"kim" olduğumu bilmiyor.

Onlar "kim"liğimi bilmiyorlar,

Ama ben "kim"sesiz değilim ki!

Yalnızlık ayrı şey, "kim"sesizlik ayrı şeydir.

Ben hep yalnız yaşadım,

Ama hiç bir zaman kimsesiz olmadım.

Bu yüzden de hiç "kim"se

"kim" olduğumu anlayamadı, bilemedi.

Para sundular olmadı,

Araba teklif ettiler olmadı,

Ev vadettiler olmadı,

Dolar dediler olmadı,

Güzel kızlar yolladılar olmadı,

Dövdüler olmadı,

Hapsettiler olmadı,

İşkence ettiler olmadı,

Gece yarısı baskın yaptılar olmadı,

Yolumu kestiler olmadı,

Başıma çuval geçirip kaçırdılar olmadı,

Olmadı, olmadı, olmadı…

Ve olmayacak

Çünkü "kim"olduğumu bilseler,

Beni üzmezlerdi biliyorum.

Kendileri de üzülmezdi en azından.

Ama olmadı işte, tanıyamadılar,

Kimliğimi okudular

Ama "kim" olduğumu anlayamadılar.

Düşmanlar şöyle dursun dostlar da anlayamadılar.

Deli dediler, asabi dediler, Taliban dediler…

Ama hep dediler,

Hiç bilmediler, tanıyamadılar.

Düşmanı yanıltan da belki bu "dedi"ler oldu.

Evi var, yazlığı var, arabası var,

Parası var, kaçamaz düşündüler.

Bırakıp gidemez dediler.

Bunca şeyi tepemez zannettiler.

Bir de çuval geçirdin mi kafasına

İşi tamam bildiler.

Ama olmadı işte yanıldılar…

Ben kendimi tanıyamadım ki onlar tanıyabilsin.

Villada yaşasam

Gecekondudaki yalınayaklılara ağlar gözlerim

Son model arabaya binsem

Cadde kenarında otobüs bekleyen

İnsanlara takılır gözüm.

Sahi "kim"im ben?

Hiç bir şey tutamıyor beni

Esareti, bağımlılığı tutkunluğu, hiç sevmedim.

Özgürlüğe bile aşık olamadım

Esaretten nefret ettiğim kadar!

Yağmur yağıyordu

Ben arabamda oturmuş düşünürken,

Sen sırılsıklamdın

"Sen kimsin?" derken

Ben gülümsedim, hatırlıyor musun?

Seni üzmek istememiştim inan,

Ama çok zor bir soruydu bu.

Nasıl anlatsaydım,

Nereden başlasaydım, bilemiyordum?

Hem anlatsaydım, başlasaydım,

Sen anlayabilecek miydin,

Sen başladığım bu hikayemi

Bitirebilecek miydin?

Hiç sanmıyorum!

Çünkü sen o çölün bağrındaki

Kurumuş ağaç hikayesini

Hiç duydun mu sen?

Tahmin etmiyorum!

Sahi çöl nedir bilir misin?

Sen şehir çocuğusun,

Çölü nereden bileceksin,

Hadi bildin farzedelim

O kurumuş ağacı

Nereden bileceksin?

Hadi bildin diyelim,

O yol sevdalısını nereden bileceksin?

Arayıp dilinden anlamazsın ki!

O şehir dilini bilmez, sen de çöl dilini!

Çevirisi de olmaz bu dilin!

Hissedeceksin, yaşayacaksın,

Sesi yok bu dilin.

İşte böylesine garip bir macera.

Ama bilebilseydin, bulabilseydin,

O kurumuş ağacın altındaki

O yol sevdalısıyla anlaşabilseydin,

İşte o zaman bana

"sen kimsin?" diye sormazdın,

Gerek duymazdın.

Artık "kim" olduğumu,

Kimliğimden daha iyi bilebilirdin,

Hissedebilir, yaşayabilirsin.

Ama olmuyor işte

"Onlar"ın "kim" olduğunu

Anlayamadıkları birini,

Sana nasıl anlatsaydım,

Hissettirip yaşatsaydım!

Bir daha sorma bana ne olur,

Çok zor bir soru!

Her yıl sınıfta kaldığım,

Geçemediğim bir ders…

Gel de bir gidelim,

Hava karardı, sırılsıklam olmuşsun, gidelim…

Düşünmekle anlaşılmaz bu muamma

Bir gün belki anlarsın

Yağmurlu bir gecede sorduğun

Bu zor sorunun anlamını!

Gerçi tahmin etmem ya!

Ama ne de olsa dosttan ümid kesilmez.

Haydi gidelim, hava kararmadan,

Ortalığı sel basmadan…

Bir daha da sorma bu soruyu ne olur!


Kadri Çelik


vİcdansIz sevgİlİ
Bu gece yine uyuyamadım.

Uyumak istemedim belki de

Hep seni düşündüm

İnsafsız, kara vicdanlı…

Beni Viceroy'dan ayıran

Bon, Behmen…

Ben asla yabancılardan yakınmadım

Bana ne yaptıysa dostlar yaptı.

Kız Kulesi'nde saklı sevgilim!

Hiç mi vicdanın yok senin…

Benim gibi birine yapılır mı bu!

Sana gelebilmek için okyanusları aştım,

Kirli sularını yuttum denizlerin

Yılanbalıkları, köpekbalıkları,

Ahtapotlarla savaştım.

Sana hep gül getirmek isterdim

Kalb bahçemden.

Hep senin için çırpınıp durdum.

Güneş bile kıskandı beni senden

Ay yarıldı da yıldızları saldırttı üzerime.

Yarasalar o hücredeki dostun

Kanlı mendilini getirdi bana

Güle gözyaşı oldu şebnem.

Ama sen kapıyı bile açmadın yüzüme

Günlerce kapıda beklettin beni.

Aç dedim bir şey demedin.

Halbuki ne güzel anılarımız vardı seninle.

Hatırlıyor musun Malatya zindanlarını!

Daha yeni ekmiştik çiçeklerimizi,

Daha açmamıştı tomurcuklar.

Tanımıyordu kimse bizi.

Sırata benzer bir köprü üzerindeydik seninle.

Adımız bile yoktu.

Bir tek Nusret gardiyan anlardı bizi.

Kızıl ve kara orduları saldırıyordu dört bir yandan

Biz de tam dört inanmış adamdık hani!

Herkesin kendisinden olmayı arzuladığı

Dört inanmış adam!

Sen o zamanlar daha küçüktün

Üç dört yaşlarında haylaz bir çocuktun.

Ama seni çok seviyorduk.

Sen düşmanlarla boğuşuyorduk.

Sen gülünce gülüyor,

Sen ağlayınca ağlıyorduk.

Sahi bir Ömer Abi'miz vardı anımsıyor musun?

Bağırdı mı yer yerinden oynar,

Ağladı mı alem ağlardı!

O da seni çok severdi

Senin yanında olmak için

Ona vermiştik gönüllerimizi

Senden habersiz, ama ölesiye bir aşktı bu.

Biz vicdansız sen tün bunlardan habersiz,

Parklarda oynarken

Biz hücrelerde yeminini içmiştik aşkımızın

Ölene kadar seni sevecek,

Seni büyütecek, kollayacaktık.

Sahi bir de resmini yapıştırmıştım

Hücremin duvarına;

Elinde silah koşuyordun.

Altında bir de şiir yazmıştım!

Ama ne yapayım söküp yırtmıştı

Hüseyin gardiyan!

Ben yazdım, onlar yırttılar,

Ben çizdim, onlar yaktılar

Ben inşa ettim onlar bozdular…

Daha yüzünü bile görmeden

Aşık olmuştuk sana.

Yılmaz abi aşkını bile değiştirdi

Senin uğruna.

Ama yine yaranamadık sana her nedense!

Seninle konuşabilmek için

Dilini öğrenmeye çalıştım. Gramer sözlük…

Hiç bir şeyim yoktu.

Bir tek sözünü anlamak için

Günlerce uyumadım.

Kapına gelince sana seslenmek için

Yıllarca feryad ettim.

Sahi desene daha ne istiyorsun benden!

Senden esirgediğim neyim kaldı benim

Şimdi de beş kurban sundum sana!

Hala doymadın mı kanıma!

İnan sana duyduğum aşkı

Dağlara duysaydım

Kerem'in delmesine gerek kalmaz

Tuz-buz olurdu.

Secdeye kapanırdı önümde.

Ama sen hala inatsın!

Vampirler gibi kanımı emiyorsun.

Neden Muaviye'ye özeniyorsun?

Sen Ali'nin öğrencisi değil misin?

Aliyle yaşamak,

Ama Muaviye'nin varisi olmak

Ne kötü bir miras!

Kız yerin dibine batsın o lanet olası Kule'n!

Hiç mi duymadın o dostun sözünü.

Hiç mi ibret almadın "Bin Ay'dan!

Neden avuçlara döküldü yıldızlar?

Emin olduğun dostları kov,

Güvenmediğin düşmanlarını yanına al

öyle mi!

Sen nasıl bu kadar kötü olabilirsin?

Kendini bulunmaz Hint kumaşı mı sanıyorsun?

Öyleyse yazıkla olsuna sana,

Haram olsun sana

uğruna verdiğim bunca emekler…


Kadri Çelik


sen yoktun
Günler zakkum yaprakları gibi

Birer birer dökülürken ayaklarımın dibine

Ben her gece karanlığa dikip gözlerimi

Senin aydınlığını bekledim

Sen yoktun



Binlerce adım attığım bu kentin sokaklarında

Her köşeyi her parkı her ağacı ezberledim

Sevdaya bulanmış her kaldırım taşında

Seni aradım

Sen yoktun



Evlerin duvarları birer birer üzerime yıkıldı

Her bir hücremin cezasını ta yüreğimde hissederken

Beni enkazın altından çekip alabilecek

Ellerini aradım

Sen yoktun



Özlem şarkılarını ezberledim

Kimini bağıra çağıra kimini fısıltıyla söyledim

Karanlığa haykırdım hasretini

Sesimi duyacaksın diye bekledim

Sen yoktun



Senden gelecek tek bir haberi bekledim

Saatler asır gibi geldi geçmedi

Çalan her telefonu

Yüreğimin deli gibi çağlayana dönen atışıyla açtım

Senden başka duyduğum her seste

Hep aynı hayal kırıklığını yaşadım

Onlar beni duymak istiyordu bense seni

Sen yoktun



Seni aramaktan yorgun düşmüş bedenimi

Karanlığın kucağına uzattım her gece

Bir an önce sabah olsun diye

Uykunun beni çekip almasını istedim

Olmadı!

Kaç gece sabahı ettim gözlerimi kapamadan

Kaç gece merdivenlerdeki ayak seslerini dinledim

Gelen sensindir diye

Sen yoktun



Her akşamla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine

Ay yalnızlığın işaretiydi benim için

Beni ıslatan yağmur olmadı

Ben senin özleminle sırılsıklamdım Ağustos sıcağında

Hayat bana merhaba dedi

Uzun ayrılıktansonra gelmez dediğim

Göçmen kuşların dönüşünü gördüm

Sen yoktun



Gökyüzünün sonsuz maviliğine umut bağladım

Sokaklarda fark ettim bekleyişlerimi

Hep sensiz arabalar geçti yanımdan

Ben yıldızların hasret türkülerine eşlik ettim

Sen yoktun



Gözümden tek bir yaş kalmadı

Onlar sana aktı sana akmalıydı

Kimselere söyleyemedim acılarımı

Bekleyişimin öyküsünü kimselere anlatamadım

Nice fırtınalar koptu yüreğimde

Dalgalar dövdü hayallerimi

Sığınacak bir liman yaslanacak bir omuz aradım

Sen yoktun


Kadri Çelik


ben sensİz nasIl ederİm
Sensizliğe mahkum ettiğin için beni

Kırgınım sana

Bir boşluktayım şimdi

Nerdesin?

Özlemin dayanılmaz acısı içinde

Haykırışım ulaşmıyor sana

Gel artık!

Yanımda olduğun gün ne mutluydum

Bu gün o ben değilim

Gülüşünü arıyorum

Sesini duymuyorum

Gözlerini arıyorum

Niye böylesi sevdim seni?

Niye bir rüzgar oldun estin gönlüme?

Niye?

Hayatım oldun benim

Sensiz nasıl ederim?

Anılar dolusu sen olmasan

Kurtulamam sensizlikten

Ama yetmiyor ki anılar

Arayışın özlemi

Beklemenin acısı

Yetti artık!

Hakkımız değil mi mutluluk?

Konuşsana bir tanem söylesene
kadri çelik


Dün gece yİne yoktun yanImda
Dün gece yine yoktun yanımda
Yıldızlara seslendim sessiz adını
Göklere uzandım bulurum diye
Bir tek sana aktı gözyaşlarım

Rüzgârlar seni fısıldar kulağıma
Bulutlara yükselir arzularım
Güller kokunu saçar hücrelerime
Bir tek sende dirilir umutlarım

Gel diyemedim gurbet eldeyim
Bekle diyemedim sürgünlerdeyim
Sev diyemedim bak ne haldeyim
Bir tek sende güler gözlerim

Ölüp gideceğim binlerce sırla
Acı çekeceğim belki asırla
Bir gün olsun ne olur beni hatırla
Bir tek sende dirilir anılarım


Kadri Çelik


Sen bİlemezsİn
Yüreğimde hissettiğim acıyı
Yokluğunda ürperen yanlarımı
Andığımda yaşaran gözlerimi
Boşlukta arayan ellerimi
Sen bilemezsin

Sensiz nasıl yaşarım ben
Nasıl dayanır bu kalbim
Nasıl yanar yüreğim
Nasıl diner elemim
Sen bilemezsin

Uykusuz geçen gecelerim
Deliye dönen yüreğim
Acılarla boğuşan bedenim
Varlığında eriyen benliğim
Sen bilemezsin

Göklerde uzandığım yıldızlar
Çöllerde aradığım seraplar
Denizlerde gördüğüm yakamozlar
Yüreğimde hissettiğim boşluklar
Sen bilemezsin

Senin için gezdiğim ülkeler
Derviş olup kapandığım tekkeler
Zalimlerden yediğim tekmeler
Düz yollarda geçirdiğim sekmeler
Sen bilemezsin

Hücreme astığım resimler
Uğruna döktüğüm kanlar
Yoluna verdiğim canlar
Gelirsin diye beklediğim anlar
Sen bilemezsin


Kadri Çelik


UzaksIn yanIma gel anne!
Venüs kadar güzel gözlerini
Kirletmesin istedim sökün bakışlar
Yüreğimin derinliklerinde gizledim
Sana duyduğum masum aşkımı
Bir de savaş kurbanı çocukları düşledim
Uzaksın yanıma gel anne!

Bombalar yağdı sanki başıma
Kimselere okşatmadım saçlarımı
Sen gittin gideli inan be anne
Kenef dünyanın çirkefliğinde
Bir tek sana ağladı gözlerim
Uzaksın yanıma gel ne anne!

Senden başkası anlamadı ki beni
Tutan olmadı dostça elimden
Sahte gülücükler, riyakâr şehir
Fahişe sokaklar ayyaş salyası
Bir tek seni özledim yüreğimde
Uzaksın yanıma gel anne!

Çok aradım bulamadım eşini
Birer birer gittiler dost bildiklerim
Sürgün gibi yaşadım ben sensizliği
Hep seni aradı yorgun ellerim
Sana ağladı gözlerim gelirsin diye
Uzaksın yanıma gel anne!

Bu akşam yine efkâr bastı yüreğim
Başkasına değil sana öyleyim
Görsene anne bak ne haldeyim
Yıldızlar kadar güzel yüzünle
Güneş kadar sıcak nefesinle
Uzaksın yanıma gel anne!

Dizinde uyusam bütün gün ninnilerinle
Pamuktan ellerinle okşasan beni
Gökkuşağım olsan gecelerimde
Ağlama artık ne olur anne!

Ayırma gözlerini üzerimden
Uzaksın yanıma gel anne!


Kadri Çelik


ah anneceĞİm ah

"Fazla okuma delirirsin!"derdin de anlamazdım,

Ne demek istediğini bilmezdim.

Gerçekten ne de doğru söylüyormuşsun da

Ben kavrayamamışım.

İlim derttir anne,

Acıdır, kederdir...

Cehalet ise mutluluk, sevinç ve rahatlık...

Cahil insan peygamberin kabrini ziyaret edince

Vecde boğulur,

Mutluluktan uçar,

Kendinden geçer.

Çünkü ona göre Peygamber

Tüm hedeflerine ulaşmış,

Mutluluğu yakalamış

Rahat bir düşünceyle ümmetine veda etmiştir.

Ama okumuş insan böyle mi düşünür,

Bu duyguları mı taşır?

O Peygamber'i ziyaret edince

Hüzne boğulur,

Yasa bürünür,

Acılar içinde kalbi daralır,

Nefesi kesilir.

Çünkü ona göre Peygamber

Tüm hedeflerine ulaşamamış,

Mutluluğu yakalayamamış

Rahat bir düşünceyle

Ümmetine veda edememiştir.

O garip gelmiş, garip yaşamış

Ve de garip gitmiştir.

Bu yüzden de “ne mutlu gariplere” demiştir.

Cahil; Peygamberi mutluluk,

Okuyan insan ise

Acı ve kederlerin sembolü görür.

Gerçi alimin uykusu ibadet sayılmış,

Ama gel gör ki alim uyuyamaz,

Geceleri acı ve hüzünler içinde kıvranır.

Cahil hep uykudadır,

Bu yüzden de uykusunun değeri yoktur.

Alim uyuyamadığı için,

Uykusu ibadet sayılmış...

Cahil cüretkar olur,

Üç beş insanın etrafına toplandığını görünce

Devrim yapacağını sanır,

Harekete geçer, mitingler düzenler,

Sloganlar atar durur.

Ama okuyan insan akan suya kapılmaz.

Kayalar gibi yerin derinliklerine gömülüdür.

Fırtına ve kasırgalara aldanmaz.

Milyonlar içinde yalnızlık,

Vatanında gurbet hissini taşır.

Özgürlükte esareti, esarette özgürlüğü solur.

Şimdi anlıyorum

Neden Şam mutlu,

Kufe mutsuzdur,

Batı neden sevinçli,

Doğu neden hüzünlüdür.

İstanbul neden fahişe,

Diyarbakır neden iffetlidir...

Allahım okumak ne kadar da acıymış,

Buna şu yufka yüreğim nasıl dayanıyor

Şaşıyorum...

Keşke cahil mi olsaydım bilemiyorum!...

Şimdi anladım

Adem'in cennetten neden kovulduğunu,

Yeryüzüne neden indiğini...

Şeytanın neden taşlandığını,

Meleklerin neden insanın yaratılışına

Karşı çıktığını...

Şimdi anlıyorum

Habil'in neden öldürüldüğünü,

Hüseyin'in başının neden kesildiğini...

Şimdi anlıyorum

Cennet ve cehennemin asıl anlamını,

Yaratılışın felsefesini, yeryüzü gurbetini

Rebeze acısını...

Şimdi anlıyorum

Nuh'un neden gemiye bindiğini,

Yunus'un neden kavminden kaçtığını,

İbrahim'in neden ateşe atıldığını,

Musa'nın neden çöllere düştüğünü,

İsa'nın neden havarisinin ihanetine uğradığını,

Muhammed'in neden Taif'te

Acımasızca taşlandığını,

Ali'nin neden Medine hurmalıklarında

Kuyulara gizlice feryad ettiğini,

Hüseyin'in Aşura günü

Neden yalnız kaldığını,

Hasan'ın neden zehirlendiğini,

Zeyneb'in neden başı açık

Şam sokaklarında gezdirildiğini...

Okumak derttir arkadaş,

Derde talib ol da öyle oku.

Benim gibi okuduktan sonra

Dertle tanışma

Ki bir anda dünyan kararır,

Hayatın fırtınaları,

Kasırgaları alıp götürür seni...

Önce bil, sonra oku;

Önce tanı, sonra sev...

Sevmek de derttir, okumak gibi...

Kur'an derttir,

Nehc’ül Belağa feryattır,

Figandır, gözyaşıdır...

Fazla okuma delirirsin arkadaş,

Cehalet rahatlıktır.

Fazla araştırma, aklını kaybedersin,

Sessizlik ve durgunluk dinginliktir arkadaş...

Güneş ateştir yakar, sen aya bak...

Ay seni yakmaz,

Gece karanlığında dostun olur,

Ama güneş gibi de aydınlatmaz onu da bil...

Vatan rahattır,

Gurbet acı,

Garib varlık içinde yokluk,

Mutluluk içinde hüzün taşır

Kalbinin derinliklerinde.

İnsanlar gülünce o sızlar,

Gafiller uyuyunca o ağlar...

Sevda da acıdır tadan bilir,

Sevgili hüzündür seven anlar...

Göçmen kuşlar hüzün taşır göçtüğü diyarlara,

Yağmur gamını yıkar indiği beldelerin,

Güneş acısını dindirir doğduğu toprakların,

Deniz ateşini söndürür kızgın yüreklerin,

Geceler gözyaşını gizler gizli sevdaların,

Bülbül ağıtını yakar ayrıldığı güllerin,

Yıldızlar aşkını zemzeme eder,

Gökyüzündeki Leyla'nın,

Bulutlar kalbini taşır,

Zindandaki mahkumların;

Gardiyanlar zebanisi kesilir,

Yeryüzü cehenneminin;

Ayrılıklar hatırasını taşır

En güzel vuslatların;

Kayalar sembolü kesilir,

En kutsal direnişlerin;

Şebnem gözyaşıdır,

Seherde duyulan özlemlerin;

Kerbela mihrabıdır, Kufe aşıklarının;

Şam fahişesidir, zinadan doğan soysuzların...

Sahi neden okudum ben anne,

Ne olurdu sözünü tutsaydım da

Dert yumağı belaya atmasaydım kendimi...

Şimdi böyle gurbet ellerde,

Yapayalnız kalmaz,

Dizlerinin altında olurdum.

Kışı olmazdı hayatımın,

Hep baharı yaşardı ümitlerim...

Gözümde kalmadı yaşım,

Kalbimde kalmadı hiç bir ümidim,

Beynimde kalmadı hiç bir düşüncem,

Ruhumda kalmadı hiç bir arzum...

Hep dert ve kedere boğuldu her şeyim...

Ama üzülme be anne,

Güneş bizimdir,

Yağan yağmurlar

Bizim şarkımızı söylüyor,

Akşam yıldızları bize göz kırpıyor,

Zindan mahkumları

Bizim sevdamızı terennüm ediyor,

Gözler bizi ağlıyor,

Dudaklar bizi sayıklıyor,

Kalpler bizi seviyor...

Acı baldan tatlıdır anne,

Mutluluk ise zehirden acı bu dünyada...

Gel de baldan tatlı acılara talib ol,

Zehirden acı mutluluklara kanma...

Zeyneb ne dedi duymadın mı sen

O Şamlı soysuza?

"Vallahi ben güzellikten başka

Bir şey görmedim."diye feryad etti

Kerbela varisi...

O dünyadaki tüm acıları güzellik görmüştü anne,

Sen de neden görmeyesin,

O dünyadaki tüm mutlulukları

Çirkinlik bilmişti anne,

Sen de neden bilmeyesin...

Ne olur anne sitem etme bana öyle,

Biraz da beni dinle,

Biraz da Zeyneb'i anlamaya çalış

Olmaz mı?

Hayatın gerçek mutluluğu acılarda,

Gerçek acısı ise

Mutluluklardadır anne,

İnsanlar bilmezler.

Sen bilmez misin insanlar uykudadır,

Ancak ölünce uyanırlar,

İş işten geçince anlarlar...

Sen doğru söyledin biliyorum,

Fazla okumak insanı deli eder anlıyorum,

Ama bu delilik

Gerçek akıllılıktır be anne...

Bu zamanda gerçek akıllılar deliler,

Gerçek deliler ise

Akıllıyım diye gezinenlerdir...

Gel anne gel,

Ne olur üzme beni,

Sitem etme bana öyle,

Ne olur, bırak da

Gerçek mutluluk olan acıları tadayım,

Bırak da gerçek akıllı olan delilerle kalayım,

Alıp götürme beni dostlar mahfilinden...


Kadri Çelik


Ben sana ağladIm!
Bütün kent çılgıncasına tepinirken
Elimde mum yürüdüm alanlarda
Titrek şebneme gülümseyişini hatırladım
Arkada kalmasın diye gözlerim
Ben sana ağladım

İstemem diye haykırdım fahişe sokaklara
Bebek katili intercontinantal füzeleri
Dondurma hasretinde bir minik el
Uzanırken tırmaladı yüzümü de
Ben sana ağladım

Çizgileri sildim kirli yeryüzünden
Okyanuslar gibi sınırsız kaldı yüreğim
Yükselen bir ah buğusunda
Sen süngüsüne gül takarken zulmün
Ben sana ağladım

Bir sabah tazeliği içinde
Melekleri anımsadım seninle
Gece boyu savurduğum sigara dumanında
Yokluğunu edindi yüreğim de
Ben sana ağladım

Gitme demek istedim, ne olur gitme
Kan ağladı gidişine gözlerim
Gelirsin diye çok yolunu gözledim
Yokluğunu hissettiğim her sürgünümde
Ben sana ağladım


Kadri Çelik